ÖLÜM VE ACI ÇEKME KAVRAMLARININ UYGARLIK MÜESSESESİYLE RANDEVUSU:

Kategori > Toplum
Eklenme tarihi: 29 October 2025, Wednesday

Yazar Resmi

Nenedio Yazarı: Kıvanç Üzümcü

E-Posta: kivanc.basi@gmail.com

 

     Acı çekmek sadece canlı bir oluşum için mümkündür. Bizler bedenleri olan olan "ruhlar", hayâletler, periler değil, bu bedenlerin ta kendisiyiz. Yaklaşık yüz+ trilyon hücreden oluşan çok hücreli ve sofistike organik yapılar! Ölüm olarak kişiselleştirdiğimiz kavram aslında varoluşun zıttı olan olmayış durumundan ibârettir. Bununla ilgili olarak “benlik" kavramı, yani “kendilik” ideasımın mental bir yanılgı olduğunu düşünenler mevcuttur. Beynin biyokimyasal ve biyoelektriksel işlevselliğinden başka bir şey olmayan bilinç dediğimiz aktivite, çizgi roman karakteriymiş gibi hayâlimizde kişileştirdiğimiz “ölüm” durumuyla, yani tüm bir organşk yapının bildik ve alışıldık faaliyetlerini kapatmasıyla sona erer. Bunu negatif bir durum olarak algılayıp öyle tanıtmak ve anlatmak doğru değildir. Tüm varoluşun münhâsıran maddesel olması nedeniyle, bu konu aslımda sandığımızdan ve yaygın olarak inandığımızdan basittir. Hiçbir şey "doğaüstü" değildir. Doğa dediğimiz olgu her şeyi kapsayan genel mevcudiyet hâlidir. Bu nedenle kelimenin tam anlamıyla her şey doğaldır, bu da “doğa üstü” tanımını tamamen anlamsız ve gereksiz kılıp, hiçbir bilimsel doğruluğunun ve gerçekliğinin olmadığını gösterir. Yani yüksek medeniyetler, zeki türlerce inşa edilen yapılar ve yüksek teknolojiler de ormandaki ağaçlar kadar doğaldır. 

     Evrimimiz gereği insan primatı olarak "bilinmeyenden korkmak” üzere programlandığımız için, birçok bilinmezden korkmamız anlaşılabilir bir durumdur. Bu durum bize tür olarak bugüne dek yabanda hayatta kalmamıza, varlığımızı devam ettirebilmemize yardımcı olan bir mekanizmadır. Ama yokluk durumunun bizzat kendisinden korkmak mantıklı değildir, çünkü sadece bir kez doğuyoruz. Hatta bu doğma olayı bile cinsel bir piyangodur. Saymaya kalkışamayacağımız kadar çok sayıda başka insanlar da bizim yerimize doğabilirdi ve bir çoğu da bizden çok daha rasyonel, yararlı, çok daha akıllı, zeki, üretici insanlar olurdu. Birçok Mozart, birçok Einstein, birçok Hawkşng, Da Vinci'ler olabilirdi! Ancak, onların yerine bizler burada bulunmaktayız. Bu da kendi içerisinde, yani israfçı bir tabiatı olan doğanın perspektifinden, basit bir biyolojik gerçektir. Fakat bizler için bunun tam tersi, yani bitmeyen ve asla bitmeyecek olan bir gelişimin ve ilerleyişin gerekliliğini ve âciliyetini hatırlatan bir durum olarak ele alınmalı ve sorumluluk gerektiren bir durum olarak kabul görmelidir. Burada olmamızın nedeni, atalarımızın ve onların atalarının, ve nihâyet komple türümüzün ilk zamanlarına dek uzanan bir süreçte, hayatta kalmayı, karşılaşmayı, bir araya gelmeyi, topluluk olarak iş birliği içerisinde yaşabilmeyi, iş bölümü oluşturmayı, üremeyi ve yavrularını dünyaya getirmeyi başarmış olmalarıdır... Ve sonra "bizlerin", her defasında milyonlarca başka sperm, doğum adayı ve rakip arasından, annelerimizin yumurtalıklarına ulaşanlar olarak şanslı olabilmemiz! Matematiksel olarak bu şans sahillerdeki kum granülleri kadar ufaktır. Evrim biyoloğu Richard Dawkins bu gerçeğe gâyet açık ve net biçimde değinmiştir. Ek olarak, fizik profesörü Brian Cox, uygarlıkların komple birer müessese olarak varlıklarının, evrenin bizzat kendisinin, (biz insanlara göre) yavaş ve uzun süren bir çürüme ve dejenerasyon içerisinde olmasından kaynaklandığını belirtmiştir. Her şeyden önce ilkin burada olmamız inanılmaz derecede şanslı olduğumuz anlamına gelmektedir. Bizim burada olmamız için, ebeveynlerimizin tanışması, yeterince iyi anlaşması, birbirine aşık olması, ilişkilerini sürdürmesi, evlenmeye ve cinsel ilişkiye girmeye karşılıklı olarak karar vermesi ve sonra da yüzlerce milyon sperm arasından "bizlerin" doğum yarışını kazanmış olmamız gerekmiştir. Yani türümüzün tüm evrimsel yolculuğu boyunca, doğmamızın ve dolayısıyla insan formunda var olabilmemizin aleyhine sayısız engel çıkmış demektir. Hiçbirimiz burada olmamız için gereken tüm sonuçsal ve durumsal olayların ve gelişmelerin sayısını listelemeye kalkışacak zamana ve enerjiye sahip değiliz. Fakat durup düşünüldüğünde ne kadar heyecanlandırıcı bir durum olduğu farkedilecektir. Bizler “özel” değiliz. Hem hayatta kalacak kadar şanslı, hem de görece olanaksız olan sperm yarışını kazanacak kadar güçlü olabilen üniteleriz. Bu da yaşamı çok daha değerli yapar. Günlük yaşamda, aslında pek de önemi olmayan konular, uğraşlar ya da meselelerle ilgili sızlanıp durmamız, bu ve bunun gibi daha birçok hayret verici gerçeği unutmamıza ya da topyekün yok saymamıza yol açmaktadır.

     Var olduğumuz gerçeği ile birlikte, gezegen çapında bir medeniyetin bireysel parçaları olacak kadar zeki ve yetenekli bir türün mensupları olmamız, herhangi bir yazılı metni okuyup anlayacak, düşünecek, üzerinde tartışabilecek, interneti icât edip bilimsel ve teknolojik atılımlar ve gelişimler gerçekçekleştirebilecek, sanayileşebilecek ve hep dahasını yapanilecek kadar kâbiliyetli ve yetenekli olmamız, durulup düşünüldüğünde inanılmayacak derecede heyecan verici ve hayranlık uyandırıcıdır. Buna ek olarak, ve uygarlığın ne denli hassas ve daima bakım isteyen bir müessese olduğu, her coğrafyada büyüyemeyeceği, ancak ona değer verip bilinçlice koruyan yerlerde varlığını sürdürüp büyüyebileceği göz önüne alınarak, üzerinde var olmayı ve adapte olmayı başardığımız bu ufak gezegeni, onu bulduğumuzdan daha iyi bir duruma getirmek gibi kaçınılmaz ve ertelenemez bireysel ve kolektif bir sorumluluğumuzun olduğu gerçeği bize kendini daima hatırlatacaktır. Bizden önceki nesillerden devraldığımız ve bizlerden sonrakilere olabildiğince iyileştirilmiş ve geliştirilmiş olarak bırakma zorunluluğumuz olan medeniyeti daima daha ileriye taşıma görevi ve sorumluluğunu yerine getirebilmemizi gerektiren şartlar ve kriterler, artık çağ dışı kalmış olan ve antikiteye ait bâtıl inançları, emfantilizmi, hayâlperestliği ve fantastik iddiaları, bilinç tembelliğini ve keyifçiliği tamamen terk edip, yerine akıl, rasyonalizm, objektif gerçekçilik, nesnellik (materyalizm), kritik düşünce, analitik, öz eleştiri, şüphecilik (septisizm), bilimsel yöntem, medenî  bilgiler ve bilinçli tartışmalarla, bitmeyen öğrenme ve araştırmayla, hür düşünce ve ifâdeyle, ve tabii ki bütün bunların korunmasının garanti altına alınmasıyla mümkündür. Feodalizme, fanatizme, kabîle zihniyetine, ilkelliğe ve ilkelciliğe, bâtıl inanca ve mezhepçiliğe geri dönmemek için, Atatürk’ümüzün de bizzat benimseyip, kendi benliğinde toplayarak kişiselleştirdiği ve tesis etmek için yaşamı boyunca çalıştığı ve mücâdele ettiği yüksek bilimsel değerleri ve metotları lâyığıyla anlayıp daima bunda diretmek, ve bunları her zaman savunmak, sürdürmek ve korumak zorunda ve durumunda olduğumuz gerçeğini hatırlamak ve hatırlatmak da yine kendi içerisinde birer görevdir. Atatürk bilimin dikte ettikleri dışında her hangi bir uğraşının hayâlperestlik ve kötülük olduğunu son derece iyi kavramış biri olarak, bilimin dikte ettiklerinden başka hiçbir yola, iddiaya, kimseye (Örneğin "idoller", "guru"'lar ve türevleri) vesaireye itibar etmememiz ve zaman harcamamamız gerektiğini öğretmeye çalışmıştır. Her hangi bir toplumun dünyaya entegre olabilmesi ve tüketici değil de üretici, yaratıcı ve dünya arenasında rekâbetçi, hür düşünen bir toplum olabilmesi, yine ve sadece bilimi ve aklı tâkip ederek mümkündür. Düşünsel hareket etmek ve sorumluca kararlar almak yerine âcizliği ve pasifliği tercih etmek, hislerle ve içgüdüyle yaşamak, ilkelliğin acımasızlığına ve insafına teslim olmaktır. Ne kadar korkutucu hissettirse veya görünse de, mantık, akıl ve bilimsellik, târihi çoktan geçmiş olan irrasyonel korkularımızı ve inançlarımızı terk etmek ve aşmak gerekliliğini ve ihtiyâcını bize hatırlatmaya devam edecektir. Ve asıl, gerçek mutluluk ve ferahlık ancak böyle mümkün hâle gelebilir. İşte Atatürk’ümüzün hepimize belletmek için yaşamı boyunca çalışıp çabaladığı ve ulaşmamızı, daima tâkip etmemizi istediği metot da budur.

 

102. Yıl Cumhuriyet Bayramı'mız kutlu olsun!


NEDİON! Tepkisi Ver:
3
4
0
0
1
0
0
NENEDİO ÜYELERİ NEDİO?
Yorum Yap: