Yalnız olmayı tercih eden ve seven insanların bu tercihi ve seçimi, bilinçsiz topluluktaki sayısız yanlışlara ve zayıflıklara karşı bir reddiye ve bir karşı duruştur. Bu tercihin sonucu olarak söz konusu kişi kendisini ifade edebileceği yollar ve yöntemler bulmak, bunu yapabilecek yetenekleri keşfedip geliştirmek ve hatta bazen bunları bizzat yaratmak gibi yapıcı, olumlu ve bilinçli girişimlerde bulunabilir.
Kendini toplum diye görmekten ve buna inanmaktan hoşlanan topluluğun birçok kolektif zehirli alışkanlığı olduğu gerçeği inkâr edilemez. Bu konformist alışkanlıklar bütünü ve bu a bağlı olarak bir ülkeyi geriye götürebilir ve öyşe de yapar. Örneğin dedikodu alışkanlığı, ya da “small talk” denilen kısa, yüzeysel ve hiçbir yere varmayan sohbet formatı, ya da “chitchat” denilen, yine benzer bir formata sahip sığ, zekâdan, işe yarayacak bilgiden ya da fikirden yoksun olan zorlama “sohpet” girişimi, sosyal baskının getirdiği gereksiz ve aptalca stres çeşitleri, son derece yaygın olan bâtıl inançlar (astroloji, numeroloji, reiki, mistisizm, antik peri masalları ve başka türden mistik zırvalıklar) yalnızca birkaç zehirli kolektif alışkanlıktır. Gösterilerinde genellikle sosyal kritik yapan George Carlin (Ayrıca İngilizce’si olan diğer insan primatlar, Carlin’in yanı sıra Bill Burr adlı komedyenin de çeşitli konularda yaptığı ciddi kritikleri de dinleyebilir), Homo Sapien’in (“Bilge “insan”) yalnızken olduğundan farklı olarak topluluk hâlindeyken nasıl dejenere olduğu, aptallaştığı, şuursuzlaştığı, câhilleştiğiyle ilgili son derece sert gerçekleri dile getirmiştir. Kendini sürüye/topluluğa pazarlanacak bir obje ya da ürün olarak görmeyen ve bu çarpık, sığ görüşü kabul etmeyenler için, sosyallik ve sosyalleşmenin tanımı ve anlamı, niteliği, genel kabul gören tanım ve anlamından, niteliğinden farklıdır. Buna ek olarak, bağımsız ve yalnızlık seven yapıdaki insanlar, topluluğun farkında olmadığı ve hatta aklına bile gelmeyecek inovatif sosyalleşme türleri, çeşitleri ve metotları yaratmak gibi yetenekleri kendileri geliştireceklerdir. Yaratıcılık, ancak kişinin kendini gereksiz ve özellikle yozlaştırıcı kalabalıklardan ve bunların niteliksiz aktivitelerinden bilinçli olarak uzaklaştırması ve arındırmasıyla olacaktır. Buna mukâbil konformistler daima başkalarının ilgisine, onayına ve hatta yönlendirmesine ihtiyaç duyacak kadar zayıftır ve bunlar daima manipüle edilmeye açık olurlar. Kendi bağımsız düşünce ve fikirleri yoktur. Kendi zevkleri ve tercihleri de yoktur. Gelişme ve olgunlaşma yalnız olmayı gerektirdiğinden, konformistler birer sürü parçası olarak gelişip olgunlaşamaz, bağımsız ve güçlü karakterlere evrilemezler. Başkalarının onayı, tercihleri, seçimleri ve isteklerine kendilerini malzeme yaparlar ve bunlar olmadan kendi bağımsız seçimlerini yapamaz, düşünce ve fikir oluşturamaz, karar alamaz ve eyleme geçemezler. Konformizm şuursuzluk ve köleliktir. Akla ve mantığa ters düşen bütün tradisyonlar ve alışkanlıklar, bireyselliği önemseyen bağımsız insanların asla kabul etmeyecekleri bir yaşayış ve var oluş biçimidir. Ortama uyum sağlamak için kendi orjinalliğinden, otantik karakterinden vazgeçmek gibi bir gâflete düşmek, ancak ahmakların atlayacağı sığ ve kontamine olmuş bir havuz gibidir. Gerçek şudur ki, toplum denen organizma bir aile değildir. Birbirine katlanmak durumunda olan yabancılardan oluşan bir topluluktur. Ama bu katlanma durumu kaçınılmaz değil, zorlama ve yapaydır. Ve bu durumu yaratıp kendine zorla dikte eden yine topluluğun kendidir. Başka bir değişle toplum kendi ayağına sıkmakta ve böylece kendi kendini sürü konumuna düşürmektedir. “Trend” ve “popülerite” zihniyetleri, orjinal ve otantik yaratımın ve hür ifadenin karşısındaki en büyük tehtitlerden ve engellerden ikisidir. Bu yaşamın her alanı için geçerlidir. Dolayısıyla ortada herkesi yönetip beyin yıkayan ve geri bırakan gizli bir güç yoktur. Bu yine bâtıl inançlı sürünün daha iyi hissetmek ve kendine yaptıklarının suçunu üzerinden atmak üzere uydurduğu halisünatif bir üründür.
Üzerinde yaşadığımız gezegen ve içinde bulunduğumuz evren bize bazı gerçekleri sevsek de sevmesek de, kabul etmek istesek de istemesek de dikte eder. Bunlardan en önemli olanlarından biri de var olan her insanın mutlaka bir noktada yalnız olacağı gerçeğidir. Ne seçim yaparsak yapalım, er ya da geç mutlaka yalnız olacağımız gerçeği, ancak kendine yetmeyi ve zaten yalnız olmayı benimsemiş, bu durumu seven ve bilinçli olarak tercih edenler tarafından iyi ve sağlıklı biçimde yönetilebilir. Çünkü bağımsız olmak konforlu değil, şuurlu ve bilinçlice yaşanan bir durumdur. Kendine saygıyı ve bununla birlikte kişinin kendinde eksik bulduklarını, zayıf yönlerini, güçlü yönlerini netçe görerek bunlar üzerinde de çalışmasını, kendine yetmeyi öğretir. Sonsuza dek emeklemek istemek, büyümeyi, ilerlemeyi ve değişmeyi reddetmek, devamlı “mutluluk” gibi uydurulmuş, insan îcâdı kavramlar ve sanrılar peşinde koşmak, devamlı etrafında birilerini istemek, en iyi hâliyle enfantildir, şımarıklıktır, ve kendini tanımazlıktır.
Dünya kaçınılmaz olarak değişiyor ve var oldukça değişim (evrim) bitmeyecek. Türler için de aynısı geçerlidir. Evrende hiçbirşey, evrenin kendi de dâhil olmak üzere, stabil ve statik değildir. Değişimi inkâr etmeye kalkan da kaçınılmaz olarak yarı yolda kalacaktır. Etrafımızdakiler daima gelir ve gider. Bağlanma gafletinde bulunduğumuz kişiler için de bu durum geçerlidir. Ya değişerek bizi uzaklaştırır, ya da kendileri bir şekile uzaklaşırlar. Ya da biz onlardan şu ya da bu nedenle uzaklaşırız. Kişinin kendi iyiliğini isteyecek yegâne kişi yine kendidir. Böyle bir dünyada ve evrende inatlaşırcasına stabil hatta dogmatik inanışlara, alışkanlıklara ve davranışlara bel bükmek ve saplanıp kalmak, istekli ve tercih edilmiş köleliktir. Geniş çaplı istatistiksel çalışmalar göstermektedir ki günümüz dünyasında kişisel bağımsızlık ve hürriyete olan ilgi ve eğilim, çok ve çeşitli avantajlarından dolayı, geçtiğimiz yüzyılın ilk yarısından başlayarak hızlıca artış göstermiş ve göstermeye devam etmektedir.